ŞERWAN HAMERAN; RAP İÇİNDE DE VAR OLMAMIZ ŞART, TRİBÜNDE DE"

Ayşe Düzkan ile gerçekleştirilen söyleşi, www.baskahaber.org sitesinde yayımlandı.

 http://www.baskahaber.org/2014/01/serwan-hameran-rap-icinde-de-var-olmamz.html



Röportaj: Ayşe Düzkan

En cesur hayalleri kurabilenleri bile şaşırtan bir yaz geçirdi Türkiye. Ardında, kuşaktan kuşağa anlatılacak hatıralar, değişmenin büyüsü, elden ele dolaşan o karanfil gibi birbirimize bulaşan cesaret, ümit, derin bir nefes alma imkânı, insan olduğumuzu hatırlatan yüzlerce şey ve kayıp canlar bıraktı. Sanatı da şaha kaldırdı tabii. Binlerce grafitti, şiiri utandıran duvar yazıları, şarkılar, resimler bıraktı.

Bunlardan biri birkaç gündür sosyal medyada dönen bir video: Adım Haziran; Ozan Baran feat. Şerwan Hameran.

Şerwan Hameran adı politik raple ilgilenenlerin yabancısı değil. Onu insanın kalbini yerinde oynatan 1 Mayıs’la tanımıştım.

Daha sonra bloğunu gördüm. http://www.hameran.net/ ve politikayla en az müzik kadar ilgilenen biriyle karşı karşıya olduğumuzu fark ettim.

Blogda yayınladığı albümlerini dinledim. Videolarını izledim ve yolum İzmir’e düştüğünde Şerwan’la tanışıp sohbet ettim.



-Ozan Baran'la nasıl bir araya geldiniz? Nasıl ürettiniz?

Ozan Baran mahlasını kullanan arkadaş Barış Yıldırım, fraksiyon.org'da yazıyor, takip ediyordum, o vesileyle tanışıyorduk. Gezi sürecinde de beraber bir parça yapma fikrim oldu, kendisiyle görüştüm. Kendisi nakaratta kullandığımız bölümü yazıp bestelemişti, Onu parça için uygun bir form haline getirdi. Melodik altyapıyı da Barış yazdı. Ben rap bölümü ve parçanın beat haline getirilmesi, düzenlenmesi ile ilgilendim. Kendi adıma, güçlü bir izlenim yaratan, marş havasında bir parça olsun istiyordum, sanırım oldu.

Aslında her isteyen rap yapabilir

-Rap’le nerede tanıştın?

Sanıyorum 1990’ların başı. Aslında kötü rap şarkılarıyla, kötü rap şarkıcılarıyla tanıştım, Vanilla Ice mesela. Saygı görmeyen rapçilerle, Türkçe örneği de yoktu zaten. Bizim yapılabilirliğini görmemiz Cartel’le oldu. 1995’ti sanıyorum. Fakat tabii ciddi teçhizat sorunumuz vardı, nasıl yapacağımızı bilmiyorduk.

-İnsan isterse herhangi bir eğitim veya beceri edinmeden rap yapabilir mi?

Şu anda oluyor ama o zaman öyle değildi. Çünkü şu anda çok kolay. İndirme programlarına ‘free beat’ yazdığınızda elinizde üzerine söylenmeye müsait bir beat oluyor, stüdyo ekipmanları daha ucuz. İstersen evine kurabilirsin, istersen stüdyoda kayıt yapabilirsin. Kayıt daha ucuz. O yıllarda bir şarkı kaydetmek için verdiğim parayla şimdi bir albüm kaydediyorum. Şu anda teknoloji çok ulaşılabilir oldu.

-Ben bu işi yapacağım dedin ve girdin mi?

Tabii şu anda dinlediğimde çok kötü geliyor o yaptıklarım ama… (gülüyor). Belli bir ana, belli bir döneme kadar yaptıklarım çok kötü geliyor. Tabii üç yıl sonra şu anda yaptıklarımın kötü gelmesi ihtimali de var. Özel bir şey yok, yapacağız dedik, yapmış olduk.

-İstanbul’da rap partiler olur falan, burada var mı öyle şeyler, öyle bir ortamla bağlantın oldu mu?
Ben katılım göstermedim ama bir dönem oluyordu. Fakat son zamanlarda rastlamadığımı söyleyebilirim. Sanırım tekelleşmenin kültürel alanlara sirayet etmesi gibi bir şey bu. Amatör denilebilecek organizasyonlara çok şahit olamıyoruz.

-Rapte neler değişiyor?

Rap artık emek harcanmadan yapılan bir müzik haline geldi, 1990’larda öyle olmadığını söyleyebilirim. Mesela rock öyle bir müzik değil, gitar çalmanız lazım, bateri çalmanız lazım. Meşakkatli işler. Zaman ayırıyorsun, öğreniyorsun. Ustalaşıyorsun, başkalarının parçalarını çalışıyorsun, belki sonra kendi müziğini yapıyorsun. Rap artık iyiden iyiye az emek harcanan bir tür haline geldi.

-Bu biraz da demokratikleşme değil mi?

Ama nitelikli değil. Mesela televizyonda çok izlenen programlarda görüyorum çocuk çıkıyor Eminem’in şarkısını söylüyor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey olmaz. Rapçi kendi şarkısını söyler. Rapte bir başkasının parçasını söylemeniz hoş karşılanmaz.

Devrimciler rap, rapçiler siyaset sevmiyor

-Politik rap yapıyorsun. Ona nasıl ulaştın?

Ben aslında sonradan politize oldum, daha önce söylüyordum. Tam anlamıyla politik değil de, nispeten sosyal içerikli denebilecek şeyler yazıyordum. Müziğimi politikleştirme kararı aldım, o dönem için ilginç bir durumdu. Devrimci bir kitle var, belki müzikal olarak rape çok hoş bakmıyorlar, rap kitlesi politik değil, kim dinleyecek? Geldiğim noktadan –koşulları da göz önünde bulundurursak- memnunum diyebilirim. Aslında politik bir duruş, rap için abes değil. Şu anda Amerikan rapi dediğinizde aklınıza ne gelir, eski model zıplayan bir araba, yarı çıplak kadınlar, marihuana yaprağı, suç teşkil edecek bir şeyler. Ama ilk çıktığında böyle değil. İlk listelere girmesi 1970’lerin sonu zannedersem. Kara Panterler’in hemen hemen bitmeye başladığı dönemler. Dolayısıyla daha kültürel ve politik bir tarafı var çünkü siyah ve Latin kitle daha politik. Genelde Latinler ihmal edilir o konuda da. Ama toplum depolitize edilince rap de o kıvama geldi. Ayrıca şu anda da politik rap yapan gruplar var, Dead Prez gibi, Immortal Technique gibi.

-Nasıl politize oldun?

Politik geçmişi olan bir aileden geliyorum. Ama kendi politize olma sürecim biraz kendi kendime oldu, öyle bir aileden gelmekten dolayı bir kulak dolgunluğu vardı ama sırf onunla ilgili olsaydı çok daha önce olurdu.

-İzmir’de sahne alıyor musun?

Mesela arkadaşlar bir dayanışma festivali düzenledi, gittim. Bir termik santral etkinliği oldu, gittim. İzmir ForumFest’e katkı sundum. Arada birkaç çağrıyı reddetmek durumunda kaldım ama eğer çağrılı olursam ve durum müsaitse katkı koymaya çalışıyorum.

İzmir’e İstanbul’dan göçmüş bir Kürt

-İzmirli misin?

Değilim. İstanbul’da doğdum, 1991’de İzmir’e geldim, o yıldan beri İzmir’de yaşıyorum. Ama soyum karışık. Babam Diyarbakırlı, anne tarafım yarı Üsküplü, yarı Sivaslı. Benim oğlum daha da karışık, eşim Yörük.

-İzmir’de Kürt olmak nasıl bir şey?

İzmir’de değil de, Türkiye’de kolay olduğu söylenemez. Belki bir 6-7 yıl öncesine kadar ‘Olsun insan nereli olacağını seçemiyor’ idi, bir yok sayma ya da acımayla ilgiliydi. Şu anda böyle bir durum yok. Onda bir küçümseme vardı, şimdi o yok. Şimdi tanıyarak nefret etme var.

-İstanbul’da İzmir’le ilgili buranın aşırı ulusalcı, aşırı Kürt düşmanı olduğu fikri var. Böyle bir şey tecrübe ediyor musun?

İzmir’in bir sahil kısmı, bir de dağın arkası var. Hinderland’ı diyorlar sanırım. İzmir’de şehir yerleşimi yüzde 35 ise, varoş yerleşimi yüzde 65’tir. Varsa eğer, yüzde 35’te vardır. Ama bu sadece İzmir ile ilgili bir sorun değil. Milliyetçilik bir sorun. O da tüm Türkiye’de ya da dünyada mevcut. Adam yazıyor ya ‘İzmirli olmak şöyle, böyle’ diye onlar hikâye, sorun onu ciddiye almakta. İzmirli kadınlar rahat dolaşır denir. İzmirli kadınlar İzmir’in her yerinde aynı rahatlıkta dolaşabiliyor mu? Bir de ulusalcılık nedir, nereden tanımlanır? Bence ara formül onlar, milliyetçilik, ırkçılık vardır.

-O yüzde 65 göç almış yerler değil mi?

Yüksek oranda. Belki oran bir 5-10 puan oynayabilir. Göçle gelmiş ya da daha yoksul insanların yaşadığı yerler.

-Türkiye’de dinlediğin rapçi var mı?

Çok uzun süredir dinleyemiyorum maalesef. Mutlaka çok iyi rapçiler var. Çalışmak zorundayım, ailem var. Vakit sorunu var. Takip etmeye çalışıyorum ama. Daha politik olanlara mutlaka bakmaya çalışıyorum. Rapzan Belagat var, Tunç Devrim var, galiba sonra değiştirdi Devrim Ada yaptı adını. Sürekli dinler misin deseniz dinleyemiyorum ama ne yaptıklarını izlemeye çalışıyorum. Bir de genelde daha mainstream şeyler yazıp araya politik argümanlar sıkıştıranlar var.

-Serxado’yu dinliyor musun?

Ne yapmış diye bir bakıyorum ona da. Çok fanı var onun. Kürtler sahiplendi gerçek anlamıyla.

Güzel sanatlara karşı çirkin sanatlar

-Rap ‘iyi müzik’ olmasa da ilgi görüyor gibi.

Rapte iyi müzik olması gerekmiyor, biraz punk gibi. Rap bir sample müziği, müzik yapıyorsun ama müzik yapmıyorsun. Bir şey yazıyorsun ama şiir yazmıyorsun. Böyle bir beklenti olmaması gerekiyor. Edebi bir değeri olması gerekmiyor. İçinde tutarlığı olması lazım.  Çirkin sanatlar diyorum ben.

-Güzel  sanatlara karşı…

Evet. Punk da öyle. 1970-80 arası tabii. Ne gitarın modeli önemli ne ne çaldığın. Bir tavır koymak önemli. Sen de çalabilirsin, söyleyebilirsin.

-Bu yanı demokratik ama bir yandan da dinleyiciyi dışlamıyor mu?

Dinleyici eğer sahnedeki rapçiyi dinliyorsa, dışlamıyor denebilir. Fakat sahne ağırlıklı olduğu, aktörün sahnedeki insan olduğu bir gerçek gibi. Kendi şahsi tecrübem, kısılmış gözler ve ne dediğimi anlamaya çalışan insanlar görüyorum, parçaları bilenler dışında.

Rap başka işlere eşlik etmez

-Raple dinleyici arasındaki ilişki ilginç.

Teknik olarak baktığında eşlik edilebilir gibi durmuyor ama meşhur insanların konserlerine baktığında insanlar eşlik ediyor. Ama mesela kitap okurken rap dinleyemezsin. Ona zaman ayırman lazım, sözü anlaman lazım, başka türlü bir anlamı yok. Yani konsantre olunması gereken bir müzik, ilgini çekmeli. Yoksa dinlemezsin. Ama adam mesela ‘Rodrigo’nun gitar konçertosundan aldığım keyfi almıyorum,’ diyor. Belki onu başka türlerden de alamazsın. Mesela heavy metalden de alamazsın. Dinlemek gibi de bir zorunluluk yok.

-Ama o daha yakın klasik müziğe. Virtuozite vb. anlamında.

Ben de dinlerim metal. Pentagram en sevdiğim grup mesela. Her ne kadar son albümlerini beğenmesem de.

-Başka ne dinlersin?

Ben her şey dinlerim. Öyle bir ayrım yok kafamda. Makul gelsin dinlerim. Kendi beatlerimi yaptığım için biraz da. Bir ara Alman rapçilerine takmıştım, Almanca rap bence çok güzel… Ama onun dışında çok özel bir şey yok.

Ergenlik: gerçek problemin yok ama her şey problem

-Pop da dinliyor musun?
Yok.

-Bir sınır var yani. Arabesk?

Lisede dinlerdim. Ama ergenlik dönemi biraz öyle, gerçek bir problemin yok ama her şey problem. Gerçek problemlerle karşılaşınca onu kaldırmıyor bünye.

-Sentetik yani o acı, öyle mi?

Sentetik tabii. Bir anlamı yok, bir yere oturan bir şey değil. Kültürü var tabii ama meşru görmüyorum arabeski. Şimdi bir de Arabesk rap var mesela. Almanya’da çok iyi bir grup vardı, Islamic Force, Onların yaptığı arabesk rap çok kaliteliydi ama şimdi tahammül sınırını zorlayan şeyler görüyorum. Tamam, kim ne yaparsa yapsın, bana ne denebilir de. Nitelik kaybını da getiriyor.

-1 Mayıs Marşı’nı sample kullandın.

Tam anlamıyla sample kullanmak değil de; ben nota bilmiyorum ama bilen bir arkadaş, Öznur Korkmaz, o da türkücüdür, nota kağıtlarına yazıyordu bana, nota olarak. En son onu da bırak dedim, sadece do – re - mi yaz. O notalarını çıkarttı, ben de bilgisayarda yaptım. Bakıyorsun bu nota kısalmalı burada, şu nota uzamalı. Öyle yaptım.

-Grup Yorum da kullandın.

İlk albümün son şarkısında Devrim Yürüyüşümüz Sürüyor’u kullandım. Şimdi bir albüm daha yapmaya çalışıyorum, ‘Ağıt / Destan’ gibi bir tema ve albüm ismiyle. Ağıtlar ve destanlar birbirinin içinden çıkıyor, birbiriyle çok bağlantılı. Bu albümde de bir ya da iki sample kullanmayı düşünüyorum Grup Yorum’dan.

-Grup Yorum’u beğeniyor musun?

Çok… Aynı paralelde olmakla ilgili. Grup Yorum’a yönelik eleştiriler genelde ‘Ya adamlar o kadar baskı görüyor’ diye susturulur ya. Evet, baskı görüyor, göreceğini de biliyor. Anlatabildim mi, benim öyle bir derdim yok, pekala eleştirilebilir. Fakat eleştirinin içeriği önemli.

-Herkes ‘İlk albümler iyi ama…’ diyor…

Çünkü insanlar ilk albümlerini dinlediklerinde daha bir şeylerin içinde idi, şimdi aynı fikriyatı, aynı heyecanı taşımıyorsan nasıl seveceksin? Benim de en beğendiğim albüm Boran Fırtınası, Türkiye’de bir daha öyle bir albüm zor yapılır. Albümün genel bir teması var. Sadece politik değil teknik / müzikal olarak da bir teması var. İlk albüm 87’de çıkmış bunu 98’de yapmışlar.

-Politik müzik yapan gruplardan başka beğendiğin var mı?

Şöyle ki ben ilk kaydımı –demo mu diyeyim albüm mü bilmiyorum, bir tek bandrolü eksik- yapmadan önce biraz baktım politik müzik olarak ne yapılıyor diye. Grup Yorum öne çıktı. Annem beni 1980’lerin sonlarında Grup Yorum konserlerine götürürdü, hemen hemen 7-8 yaşlarındayken. Evde albümleri dinlenirdi sürekli. Bir kulak dolgunluğum var. Ama politik müzik nasıl yapılıyor araştırma sürecinde belli bir seviyenin üzerinde Grup Yorum’u gördüm.

-Ahmet Kaya’ya ne dersin?

Ahmet Kaya’nın güzel şarkıları var ama o grupta değerlendirmem. Önemli bir adam, değerli bir adam ama o gruba koymam.

-İşçi sınıfı kırla bağını kopardı, şehirde oluşan bir kuşak geldi. O sınıftan politize olanlar da biraz daha farklı, daha şehirli bir müzik dinlemek istiyor galiba. Senin müziğin gibi mesela…
Politik kitleyi hangi sınıf, hangi kitle oluşturuyorsa, müzisyen de oradan çıkıyor. Aksi düşünülemez zaten. Fakat bir önceki kuşağın devrimci müziği ya da genel halk müziği çok önemli. Son dönemde bir nebze küçümsendiğine, şimdiye hitap etmediğine dair şeyler duyuyorum, doğru değil bence bu bakış açısı. Bir devri kapatıp, diğerini açmak zorunda değil kimse, zaten istense de yapılabilecek bir şey değil bu. Kültür canlı bir şey.

- Kadın neden az rapte?

Toplum içinde kadın ne kadar aktifse rapte de o kadar aktif. (gülüyor) Kenny Arkana var muhalif olarak şu aralar. Amerikan rapinde de var. Sagopa’nın eşi (Kolera) ve Ceza’nın kız kardeşi (Ayben) var (gülüyor).

-Bloğunu sormak istiyorum. Blog en az müzik kadar zaman alan bir iş değil mi?

Yoo, benim müzikal anlamda da, blog anlamında da çok fala kaygım yok. Vakit bulduğumda, bir şey
olduğunda, önemsediğim biri bir şey yazdığında bloğa koyuyorum. Sonuçta yazıyı kopyalayıp yapıştırıyorsun. Müzikal olarak da öyle. Özellikle şu süreçte.Bir yaşında bebeğimiz var, zaman ayırmam kolay olmuyor.

-Müzik ya da herhangi bir tür sanat yapmak için biraz inziva da gerekiyor değil mi?

Bizim yaptığımız tür müzik biraz daha kolay olabilir ama zaman gerekiyor. İnziva doğru ama ben alıştım. Gidip bebeğin mamasını hazırlayıp tekrar müziğe oturabilirim. Bir de müzik matematik. Tamam, senin duygusal yoğunluğun olabilir ama onun yüzde 30’unu, yüzde 25’ini yansıtabiliyorsan çok güzel. Ama söz yazıyorsun, hece sayıyorsun. O ‘korkunç bir duygusal atmosfer’ havaları bana tuhaf geliyor.

-Şerwan adın, mahlas olarak neden Hameran’ı tercih ettin?

Hameran kalem oynatan demek. Kalem oynatıyoruz biz de.

-Gezi Direnişi ile ilgili ne söylersin?
 Devletin kendi verileriyle aşağı yukarı 2 milyon insanın sokağa çıktığı söyleniyor. Elbette muazzam bir olay. Devletin olağandışı sert müdahalesi insanları sindirmedi, aksine sinirlendirdi. Devlet erkânının acizliği ve ne yaptığını bilemez hallerini görmek hoş oldu. Burada benim adıma ilgi çekici olan; birincisi, devletin şiddeti daha önce devrimciler ve Kürtler üzerine yoğunlaşmışken yaygınlaştı, bir gün önce hayatını standart sürdüren bir insan, bir gün sonra devlet tarafından uygulanan bir vahşetle karşılaştı. Devlet şiddeti üzerine 100 kitap yazılsa bu etkiyi yaratmanız mümkün değil. İkincisi, Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesini engellemek isteyen aşağı yukarı yüz insan ve Sırrı Süreyya Önder’di. Orada da çok sert bir müdahale oldu, neticesinde kitleler sokağa dökülmeye başladı. Niceliğin, şartlar oluştuğunda çok önemli olmadığını gördük, ısrar edildiğinde sürükleyici olabiliyor. Üçüncüsü Gezi Parkı’nda ve Türkiye’nin diğer bölgelerinde oluşan dayanışma. İnsanların birbirlerini koşulsuz kollaması. Kurulan alternatif bir düzen denemesi. Bilhassa bunun sistem için gerçekten tehdit edici olduğunu düşünüyorum. Çünkü ‘alternatifsiz’ bir dünyada yaşadığımız pratik hayata (dahi) yansıtılarak kanıksatılıyor. Ayrıca bizden (birey değil) bencil, salt kendi yaşam şartlarını önemseyen, kendi şahsi çıkarları için bir başkasını “ezmemiz” gereken yaratıklar yaratmaya çalışıyorlar. Bunların dışında iktidarın yıkılabileceği bir ortam oluşmadığı aşikârdı. Fakat yıprattığı kesin. İsyanın tümüne dahil olan kitle ile ilgili de söyleyebileceğim; kitle beğenip beğenmeme gibi bir lüksü hiç kimsenin yok. Eğer bir şeyler değişecekse, bu insanlarla değişecek. Mars’tan insan ithal edilemeyecek. Son olarak; direniş iyi, fakat temel değişim ‘direniş’in yerini  ‘zafer’ aldığında olacak.

-Gezi ile ilgili birkaç rap parça daha yapıldı. Bunları dinleyebildin mi?

 Bir kaçını dinleme şansına sahip oldum. Gerek liriksel olarak, gerekse görsel olarak son derece başarılı çalışmalardı. Ozbi’nin parçası, Tolga İnci adında genç bir arkadaş bir parça yaptı, çok başarılıydı. Burada bir şey üzerinde durmamız gerektiğini düşünüyorum. Toplumsal durumun kültürler üzerinde belirleyiciliği. Toplumsal hareketlilik hemen rap gibi geniş anlamıyla Türkiye’ye arabesk boyutu ile girmiş bir kültür üzerinde etkisini gösterdi. Üretim bu boyutu ile hem nicelik hem de nitelik olarak arttı. Bir şeyleri dışlama şansımız yok. Rap içinde de var olmamız şart, tribünde de. Hayatın her alanına müdahale edilmesi gerekiyor. Sürekli cephe küçültüp alanı bırakmanın faydası olmadığı görülmüştür diye düşünüyorum.

-Duvar yazıları daha önce olmadığı kadar çeşitlendi değil mi?

Duvar yazıları gerçekten çok önemli ve eğlenceli oldu süreçte. Şahsi fikrim, bağlaç olan –de ve –da ayrı yazıldığı sürece yazım ya da imla hataları eğlenceliydi. (gülüyor)

Hiç yorum yok: